Makale
Sermayenin Sanatı, Sanatın Sermayesi
Soğuk Savaş Döneminde Amerikan Dış Politika Aracı Olarak Sanat Yönetimi ve Örgütlü Avangard İdeoloji
Pınar ÜNAL TAŞAR*
Özet
Sanat yönetimi yöntemlerinin soğuk savaşın tarihsel koşulları içinde, dönem şartlarının oluşma sürecini Nazi Almanya’sının sanat siyasetinden başlayarak anlatmaya çalışan bu makale, soğuk savaş dönemi ülkelerin politik ve ekonomik amaçlarına alet olan sanat kavramının, 1950’ler Amerika’sının dış siyasetini nasıl şekillendirdiğini inceleyecektir. Süreci tetikleyen İkinci Dünya Savaşı ve Almanya’nın 1933’te Hitler’in başa geçmesiyle birden bire değişen sanat politikası mıydı? Yoksa Amerikan sermayesinin detaylandırdığı ideal devlet yapısına hizmet etmesi amaçlanan başlı başına bir siyasi planın parçası mıydı? Sonucunun günümüze kadar süre gelen etkilerine bakıldığında bir başarı hikayesi gibi duran bu politik hareketin avangard ideolojiye olan etkisi yapıcı mı yoksa yıkıcı mıydı? Bu sorulara verilecek cevaplar sonucunda ortaya çıkan siyasi, ekonomik ve sanatsal figürlerin toplumsal kültürün ne kadar hizmetinde olduğunun da çözümlemesi yapılamaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: #Sanat_Yönetimi, #Soğuk_Savaş, #Sanat_Politikası, #Avangard.
Capital of Art, Art of Capital
Art Management and Organized Avangarde Ideology as a Foreign Policy In The Cold War
Abstract
This article, which tries to explain the formation process of art management methods in the historical conditions of the cold war, starting from the art policy of Nazi Germany, will examine how the concept of art, which was a tool for the political and economic purposes of the countries during the cold war, shaped the foreign policy of 1950s America. Was it the Second World War that triggered the process and the art policy of Germany that suddenly changed after Hitler came to power in 1933? Or was it part of a purely political plan intended to serve the ideal state structure elaborated by American capital? When we look at the effects of the result until
today, was the effect of this political movement, which looks like a success story, on the avant-garde ideology constructive or destructive? It will also be tried to analyze
how political, economic and artistic figures that emerged as a result of the answers to these questions are in the service of social culture.
Keywords: #Art_Management, #Cold_War, #Art_Policy, #Avangarde
1.Giriş
Girişimcilik. Eğer sağlam ve güçlü bir sermayenin sahibi iseniz herhangi bir mesleğe sahip olmanız gerekli değildir. Sermayeniz sizi her konuda iyi bir girişimci yapacağından, istediğiniz iş kolunda başarılı olmanız oldukça mümkündür.
Bu model biraz daha büyük ölçekli düşünüldüğünde, bir ülkenin istenilen konuda başarılı olması adına girişimcilik esaslarıyla hareket etmesi de teoride ve pratikte mümkün görünmektedir. Ama söz konusu bir ülke olduğunda çok fazla dinamik işin içine gireceğinden, sürecin yönetimi kritik önem taşır ve zamana yayılan, iyi analiz edilmiş, iyi gözlemlenmiş ve sonucu tahmin edilmiş girişimlerde bulunmak gerekli olabilir. Bu nedenle soğuk savaş dönemi Amerikan sanat hareketini çözümlemeye çalışırken, konunun Alman Nazi sanat yönetiminden başlaması makul görünmektedir. “Kültürel Bolşevikler” olarak adlandırdıkları herkese karşı sistematik zülme başlayan Naziler, Weimar Döneminde Almanya’ya uluslararası ün kazandıran yeni üsluplar ve yenilikçi bakış açılarını, ifade özgürlüğünü, hainlikle eşdeğer kabul etti. “Bu dönem, kültürel açıdan önemli ve uzun soluklu sonuçlar doğurdu. Tarihçi Peter Gay'in yazdığı gibi, "Cumhuriyet çok az şey yarattı; o, önceden var olan şeyleri özgürleştirdi." Weimer, Dr. Caligari'nin Muayenehanesi (1919) ve Nosferatu (1922) gibi ilk çekilen filmlerin en önemli aşamalarının bir kısmına tanıklık etti. Franz Kafka, Vladimir Nabokov, W.H.Audaen, Virginia Woolf ve Graham Greene gibi ünlü yazarlara ev sahipliği yaptı. Weimar, sanat dünyasında Otto Dix ve George Grosz'un dışa vurumcu çalışmalarını öne çıkardı. Berthol Brecht'in oyunları Alman sahnelerinde boy gösterdi. Çağdaş Bauhaus hareketi, mimarînin çehresini değiştirdi.
Weimar, ayrıca Theodor Adorno ve Herbert Marcuse gibi büyük düşünürler de yetiştirdi. Aralarında ünlü fizikçi Albert Einstein'ın da bulunduğu Alman bilim insanları, 1918'den 1933'e kadar her yıl en az bir Nobel Ödülü kazandı.”
Görsel sanatlarda, mimaride, edebiyatta ve müzikte günümüz modern bakış açısının yakalandığı, toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgür cinsiyet kavramlarının konuşulduğu bu dönem kültür ve sanatta Almanya’nın altın dönemi denilebilir. Büyük buhran döneminde ekonomik açıdan zarar gören sistemin Hitler’in gelişiyle son bulmasına kadar, dünya sanatın toplumsal etkisine ve gücüne tanıklık etmekteydi yorumu yapılabilir.
1.1 Politika Süzgecinde Sanat
1935-39 dönemi yoğun bir siyasal çözümleme dönemiydi, bu sırada birçok entelektüel tavırlarını yeniden belirlemişti. Almanya’da varlık savaşını terk eden ve Nazi sanat ideolojisini reddeden sanatçılar, Çekoslovakya, Fransa, Hollanda, Belçika ve İngiltere gibi ülkelere göç etmişlerdir. “Sosyal ve politik olarak kendini adamış birçok sanatçı için hayatta kalmak ve çalışmaya devam etme olasılığını sağlayan tek yol göçtü.” “George Grosz, John Heartfield, Wassili Kandinsky ve Paul Klee bir süre Almanya’da kaldı. 1934 de Oscar Kokoschka, 1935 Kurt Schwitters, 1936 Lyonel Feininger, 1937 Max Beckmann tarihi bilinenler, Ernst Barlach, Oscar Schlemmer, Karl Rössing, Kathe Kollwitz, Otto Dix, Julo Devin, Franz Monjau, Hermann Blumenthal, Joachim Karsch, Fritz Cremer ve daha birçokları.”
Aynı dönemde Rusya’da Stalin yönetiminin politik tarihe –düzmece- olarak geçecek Moskova Mahkemeleri de, Leninist birikimi yok etme savaşına girmiştir. Meksika’da sürgünde yaşayan Troçki’nin özgürlükçü ve sosyal devrimsel görüşlerine karşı girişilen politik savaş da bunun bir parçasıydı. Almanya’dan göç eden ve savaşın ağırlığını taşıyan sanatçılar ve devrim hayalleri suya düşen Rus sanatçılar çıkış yolu arıyorlardı. Amerikalı sanatçılar bu gelişmeleri yakından izlemekteydiler. “Moskova Mahkemeleri’nin açılışı ile Rus-Alman paktının imzalanışı arasında Troçkist hareketin önemi arttı, hatta, Partisan Review’nun hareketi savunan makaleler yayınlamasının mümkün olduğu bir noktaya geldi.” Troçki’nin sanata ve avangarda yönelik çözümlemelerine, kültürel ve ekonomik buhran içinde olan Amerikan sanatçıları kucak açmışlardı.
“1941 Haziran’ından sonra, yani Nazi Almanya’sı Rusya’ya saldırısını başlattıktan sonra solda bir başka değişim gerçekleşti. Amerikan Komünist Partisi artık ABD ordusunun Avrupa’ya demokrasiyi savunmaya gönderilmesini destekliyordu. Halk Cephesi döneminde olduğu gibi, bu durum siyasal ve toplumsal farklılıkların silinmesine yol açtı ve çeşitli grupların aldığı tavırlardaki temel çelişkileri örten geçici bir mutluluk duygusu yarattı. Bayrağın altında kaçınılmaz biçimde birleşmenin etkisi, kavgacı bir milliyetçilik ve umutlu bir enternasyonalizm…” Bu sürece kültür kavramının, onu sahiplenen bakış açısıyla yeni vatanına doğru yola çıkışı yorumu yapılabilir. Bir yönetim politikası olarak Amerika bu durumu stratejik olarak kullanmıştır.
Sanat ve kültür ideolojisi, Amerikan sermayesinin detaylandırdığı ideal devlet yapısına hizmet etmesi amaçlanan başlı başına bir siyasi planın parçası mıydı? “1950 lerin başında, Amerika Birleşik Devletleri, soğuk savaşın propaganda aracı olarak bir yığın kültür olayını devreye sokmuştur.”
Amerikan yönetimi büyük buhran döneminde komünizm ile girdiği mücadele bir yana, materyalist bir ulus olmadığını dünyaya göstermenin de çabası içindeydi.
“Sanat ve siyasetin kaynaşmasından bir tür “özgür dünya” reklamı çıktı. Bir etki aracı ve iletişim tarzı olarak sanatın gücünü kabul eden Kongre’deki ateşli anti- komünistler özellikle de yerel yandaşları tarafından desteklenen Michigan Kongre Üyesi George Dondero, ulusal ya da uluslararası tüm yıkıcı gördükleri sosyal yorumları yansıtan eserlere karşı çıktılar. Komünist derneklerin üyesi olduğu iddia edilen sanatçıları tek tek kışkırtarak, bu tür sanatçıların yapıtlarının, konusu ne kadar zararsız olursa olsun, kamu destekli sanat kurumlarından ve özellikle federal olarak desteklenen galeri ve sergilerden kaldırılmasını istediler. Son olarak, modern sanatın kendisine, gerçeği fanteziyle harmanlayan bir komünist yıkım aracı olarak saldırdılar.”
Oluşturulmaya çalışılan kültürel misyon, Amerika hakkındaki olumsuz izlenimlerle mücadele etmek adına yürütülmekteydi. Bu sürecin içinde önemli bir konu da Rus komünizmi korkusunu bastırmaktır. Muhalif siyaset de sanatı ve kültürü kullanarak, Amerika’nın gerçek yüzünü dünyaya ulaştırmaya çalışmaktaydı. Bu durum Amerikan yönetimi ve muhalifleri arasında bir yarışa dönüşmüştü. İronik olansa muhaliflerin çalışmaları da Amerikan yönetiminin işine yaramış, birçok yetenekli sanatçı kendini yurt dışında propagandanın parçası haline geldiğini sonradan fark etmiştir. 1950'lerin sonunda, Eisenhower yönetimi sadece bu yetenekli sanatçıların çalışmalarına el koymakla kalmamış, aynı zamanda bazılarını soğuk savaş kültürel diplomasisinin resmi sesleri olarak görevlendirmişti.
Plastik sanatlarda propaganda aracı olarak kullanılan resimler, soyut dışavurumcuydu ve hareketi içermekteydi. Bu modernist bir yaklaşımdı, konudan ve illüstratif yaklaşımdan uzak durarak, özgürlüğü savunan siyasi ama siyasi olmayan bir ara akımdı. “Toplumcu gerçekçiliğin disiplinli, geleneksel yönleri ağır basan ve biçimsel olarak dar açılı görünümünün bir bakıma tam karşıtını simgeliyordu” J.Pollack gibi sanatçılar, avangard kimliklerini bir kenara koyarak, propagandaya desteklerini açıkça belli etmişlerdi.
Amerika’nın çağdaş yaşam biçimini aktarmak adına sinema, plastik sanatlar, müzik gibi tüm alanlarda bir fuar edasıyla yoğun bir çalışma sürdürülmekteydi. Bu da büyük maddi kaynaklar demekti ve sermayenin desteği olmadan yürütülemezdi.
2. Sermayenin Sanatı, Sanatın Sermayesi
Amerika genel olarak bilindiği üzere ekonomisini savaş sermayesi üzerine kurmaktadır. Bu durum 1940 larda da çok farklı görünmemekteydi. Savaştan yeni çıkmış Avrupa, özgürlüğünün sağlayıcısı, kültürün ve sanatın merkezi olarak Amerika’yı görmeliydi. “Amerikan sanatı, Washington tarafından nüfuz-sağlayıcı önemli bir ihracat aracı olarak değerlendirilmiş ve buna dünya çapında arka çıkılmıştır.” Paris savaşın tüm yıkıcı etkisine rağmen halen sanatın öncüsü ve
avangardın merkezi sayılmaktaydı. Bunu bir rekabet olarak gören Amerikan devlet mekanizması, kültürel alanda bu ele geçirme operasyonu için düğmeye basmıştı. Amerikan modern sanatındaki özgürlükçü model, 19. yüzyılın sonlarında Fransız sanatında avangardın doğuşunun benzeri bir özgürlükle yirminci yüzyılın ortalarında Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Amerikan yönetimi bu ideali gerçekleştirmek adına, planlama daireleri ve özel komisyonlar hazırlayarak dış politika çalışmalarını hızlandırdı; “Ulusal Planlama Dairesi (National Planning Assocation), Yirminci Yüzyıl Fonu(Twenty Century Fund), Ekonomik Gelişme Komitesi (Committee for Economic Development) bu kuruluşlar arasındaydı”. Ayrıca Milli Öğrenci Federasyonu (NSA) ve Amerika Kültürel Özgürlük Komitesi (American Committee for Cultural Freedom).
Amerika’nın kültür emperyalizmi programının en önemli kurumlarından biri de Museum of Modern Art (MOMA)’dır. “Amerika’daki müzeler Avrupa’dakilerden farklı olarak özel teşebbüs biçiminde gelişmiştir. Sermayenin ve endüstrinin devleri tarafından kurulup desteklenen Amerikan müzeleri, bağlı oldukları şirketlerin modeline uygun olarak düzenlenmişlerdir. Zengin bağışlar yapan ülkeler tarafından oluşturulan mütevelli heyetlerince idare edilmişlerdir. Müzelerin izlediği siyaseti belirleyen –yöneticilerin- işe alınıp, işten çıkarılmalarına karar veren ve müze personelinin hesap vermekle yükümlü olduğu bu mütevelli heyeti üyeleri çoğunlukla ülkenin dış politikasını çizen, bankalarla şirketleri yöneten “önemli” kişilerden oluşur.”
Belirli bir sanat akımının birtakım tarihsel koşullar içinde neden başarı kazandığını anlamak için o devirdeki sanat koruyuculuğunun özelliklerini incelemek gerekir. Rönesans devri ve öncesinden sanatı himaye edenler idari kuvveti elinde tutanlardı. Sanatın ve sanatçının toplum yapısında kesinlikle belirlenmiş bir yeri ve çeşitli görevleri vardı. Endüstri devriminden sonra akademilerin önemini yitirmesi, galeri sisteminin gelişmesi ve müzelerin kurulmasıyla sanatçının eski rolü belirginliğini kaybetti. Ve sanat yapıtları gitgide ekonomik piyasadaki meta akımının bir parçası haline gelmeye başladı. Sanatı koruyanlarla dolaysız ilişkileri kesilen sanatçılar yapıtları üzerindeki tasarruf ve kontrollerini hemen hemen kaybettiler. Burjuva toplumunun maddi değerlerini reddeden ve bohem bir yaşantı içinde egemen kültürün tümüyle dışında varolabilecekleri efsanesine kendilerini kaptıran avangard(öncü) sanatçılar kültürel meta üreticisi olduklarını kabullenmeyi reddetmişlerdir.
MOMA ve bahsi geçen tüm bu komite ve konseylerin güçlü destekçilerinin, CIA ile işbirliği içinde olduklarının da belgeleri bulunmaktadır. Rockefeller gibi o dönem büyük finansal güçleri olan aileler, yeni yapılanan yönetimi yönlendiren ve kendi çıkarları doğrultusunda hem iç, hem de dış politikayı istedikleri gibi kullanmaktaydılar. MOMA ve CIA bunun sağlayıcıları durumundaydılar ve özellikle dış politikanın şekillendirilmesinde büyük rol oynamışlardı. Sovyet karşıtı ittifak önerileriyle Avrupa sergileri düzenleniyordu. Genç Amerikalı sanatçıların yaptığı resimlere duyulan ilgi hızla büyüdü. Modern Sanat Müzesi danışma kurulu üyesi Samuel Kootz adında bir sanat tüccarıydı
“Modern sanatla ilgilenen Samuel Kootz da bunu fark etti. 1945 gibi erken bir tarihte Motherwell ve Stamos’la sözleşme imzalamıştı. Kootz yeni tür bir sanat tüccarıydı.” Kootz gibi sanat simsarları bu yeni akımı pazarlamakta gecikmediler. Yakın zamana kadar Picasso, Braque, Arp, Miro gibi sanatçıların sergilerini yaparken, Pollock, De Kooning, Rothko gibi tümüyle soyut nitelikteki işleri pazarlamaya başladılar. Arkasına güçlü aileleri, devlet sermayesini ve CIA gibi kurumları alarak yapan bu tartışmalı yönetici simsarlar sayesinde avangard güç topladı ve sanat piyasasındaki yerini sağlamlaştırdı.
Betty Persons Galerisi* , Kootz Galerisi gibi galeriler MOMA’nın izinde çok görkemli soyut dışavurumcu sergilere ev sahipliği yapıyorlardı. Paris’in saygın avangard sanatına karşılık yeni avangardın oluşturulması için bir birliktelik içindeydiler. Avrupa’daki Modern Sanatlar Müzelerini ikna çabaları boşa çıkmıştı. “Kootz bunun üzerine Paris’in önemli sanat yayınlarından biri olan Cahiers d’Art’ın 1947 tarihli sayısında Amerikalı sanatçılara üç sayfa ayırmaya ikna etti.” Bu Avrupa için kesin bir giriş biletiydi yorumu getirilebilir. Sermaye, yatırımının karşılığını almaya başlamıştı.
3. Sonuç
Aristokrasi ve sınıf bilinci, kısmen sürece bağlı bir meseledir. Eğitimle, öğretimle, şansla –hatta piyango kazanarak- sınıf atlamak şimdi daha kolaydır. Kapitalist toplumlarda zenginler, basit ifadesiyle paralı insanlardır. Doğuştan aristokrat değildiler; onlar için yoksulluktan zenginliğe geçişi olanaksız kılan yapısal bir engel olmadığı söylenebilir. Sermayenin egemen olduğu bir yönetim biçiminde aristokrasiyi aramak anlamsız olacaktır.
Fransa'dan farklı olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde avangard sanat ideolojisinin ortaya çıkışının, bir kültür endüstrisinin ve popüler sanat-sanatçı pazarının oluşturulmasıyla ilgili olduğu şeklindedir. Yine Alman Weimar döneminin ihtişamlı sanat ortamının, ve toplumsal etkilerinin erken Amerikan yönetimi tarafından iyi gözlemlenerek, Fransa’nın köklü avangard yapısıyla harmanlanması
sonucunda oluşturulmuş bir dönem olduğunu düşündürmekte. Yeni Amerika imajının oluşturulması için fırsat kollayan sermaye, dünya savaşının bitişiyle bu yolun açıldığını görmüştü.
19. yüzyıl sanatı farklı politik baskıların ve yönlendirmelerin etkisinde kalmıştır. Nazilerin sanata ve sanatçıya yönelik tutumları, ardından gelen Rusya ve Sosyalist Gerçekçilik, dünya savaşının güç dengelerini değiştirmesi ve Amerika’nın kültür ve sanat sahnesine çıkışıyla birçok kez yön değiştirmiş olduğu görülmektedir.
Özgürlükçü Amerikan ideolojisi sonucunda liberalizmi benimsemiştir. Liberalizm de soyut sanatı şekillendirmiştir. Soyut sanat Amerikan ideolojisinin sanatsal üslubuna dönüşmektedir. Action Painting (aksiyon resmi) genel ilgiyi üzerine toplamakta ve yüceltilmektedir. Amerikan sanatının ya da en azından Amerika sanatını komu oyuna tanıtan kampanyaların, ya da bu kampanyaların sanat sanat üzerine etkilerinin belli başlı özelliği, bu yolla bir takım tanımlamalar ve savların ortaya çıkmasıdır. Bu tanımlama ve iddialar, itiraz ve tepkilere yol açar ve oyun da böylece sürüp gider. Ancak bu süreç, yetenekli sanatçıların ve değerli eğilimlerin yıpranmasına neden olur.” “-öyle ki Mark Rothko’nun resimleri, amaçlanan mistik niteliğini kaybederek Vogue’da gösterildiği gibi modern evin renkli dekorasyon parçalarına dönüştü. Cecil Beaton, Jackson Pollock’un Betty Persons Galerisi’nde sergilenen yapıtının önünde Vogue için fotomodellerin fotoğrafını çekmişti. 1953’de tanınmış koleksiyoncu Roy Neuberger broker’lık firmasındaki ofisinde bulunan soyut Hans Hoffmann yapıtının önünde gururla poz vermekteydi. ”
1951 den sonra Amerika’da hız kazanan komünist tehdit karşısında yetersiz kalan Truman yönetimi yerini McCarthy’e bırakmıştır. Bu dönemde soyut dışavurumculuk da Avrupa’da artık kabul gören bir yöntem olarak yerini almıştır.
1960 lara gelindiğinde savaş ve düzen karşıtı eylem ve hareketlerinin sıklıkla görüldüğü bir sosyolojik ortam sunmaktadır. Hippi Hareketi olarak adlandırılan cinsel devrim hareketi, siyasal bir hareket olarak kendini tanımlamamakla birlikte savaş karşıtlığı, toplumsal ahlak karşıtlığı gibi kavramları benimsemekte ve uygulamaktadır. Amerika’da ve tüm dünyada eş zamanlı olarak gerçekleşen özgürlükçü ve savaş karşıtı bu dönem sonrasında, sermayenin sanatsal meta kavramını ve Amerika’nın metalaşmasını konu alan modernist yaklaşım Andy Warhol, Jasper Jhones ve Marcel Duchamp gibi sanatçıların elinde sanatın sermayesine dönüşmüştür. Seri üretimin ana mantığına, Amerikan değerlerinin, ahlaki geleneklerin bütününe meydan okumaktadırlar. Bu dönem Dünya Savaşları ile büyük kayıplar vermiş bir dünya düzenine karşı çıkış hareketidir. 1960’lar sanat hareketleri, ülkeleri geçmişte birbirine düşüren bu anlayıştan, kendilerinden önceki kuşakları sorumlu tutmakta ve toplumlarca dayatılan değerleri sorgulamaktadır.
Günümüz sanat ortamında Amerikan avangardının örgütlenmesinin ve dünya üzerinde bilinçli politik yayılımını etkileri halen görülmektedir. Fakat bu Amerikan siyasetinin başarısından çok, sanatın organik yapısının kendi yolunu bularak geldiği nokta olduğu düşünülebilir. Her ne kadar günümüzde de ülkeler, sermayelerini arttırmak ve kültürel yapılarını dünyaya tanıtmak amacıyla sanatı kullanmaya devam etseler de, gerçek sanat yapıtı özgünlüğünü ve iç dünyasını korumaya devam etmektedir. “Gerçek sanatçılar gerçeği ararken, bilgi üretiminin ve hareket halinde olan fikir eyleminin kaçınılmaz bir parçasıdırlar. Ve statik olan, durağan olan her öğe için bir huzursuzluk kaynağı olabilirler.”
Yorumlar
Yorum Gönder